Bir televizyon dizisine tepkiyle başlayan Türkiye ve İsrail arasındaki son diplomatik kriz, İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın Türk büyükelçiye muamelesi ve bunun ardından basın mensupları önünde bu tavrıyla öğünmesinin ardından tırmandı. Türkiye’de yaşayan İngiliz gazeteci ve araştırmacı Gareth Jenkins’e göre, bu tavır hangi ülkenin başına gelse, ağır bir hakaret olarak algılanmalı. Washington’da bir toplantıda konuşan Jenkins’e göre, iki ülke arasındaki ilişkiler bir daha 1990’lı yıllardaki düzeyine dönemeyecek.
20 yıldır Türkiye’de yaşayan Gareth Jenkins, İsrail ve Türkiye arasında 1996’da iki anlaşmanın imzalanmasıyla başlayan stratejik ittifakın daha çok İsrail’e yaradığını, ama Türk ordusuna umduğunu vermediğini savundu. Türkiye’nin de bu ilişkilerden 1990’ların sonunda pratik yararlar elde ettiğini söyleyen Jenkins, yine de Türk ordusunun İsrail aracılığıyla istediği Amerikan teknolojisi silah sistemlerini, kendi deyimiyle “arka kapıdan” elde edemediğini kaydetti.
İngiliz uzman, ikili ilişkilerin askerlerin Türk siyasetinde baskın olduğu bir dönemde başlatıldığını hatırlattı ve şimdi bu baskın kuvvetin sivil hükümete geçtiğini belirtti. Jenkins, bu nedenle Ağustos ayında Anadolu Kartalı tatbikatına İsrail’in katılmaması yönündeki kararı sivil hükümetin aldığını söyledi.
Gareth Jenkins bununla birlikte Türkiye’de artan bir Yahudi düşmanlığı gözlemlediğini, bu duyguların İsrail’in geçen yılki Gazze operasyonunda daha da arttığını ileri sürdü.
İngiliz gazeteci, İsrail’le son diplomatik krize neden olan Kurtlar Vadisi dizisine de değindi. Dizinin başrol oyuncusunun İsrail başkonsolosluğuna girerek oradakileri öldürmesi, İsrailli diplomatların çocuk kaçırdığını göstermesi, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın Türk Büyükelçi Oğuz Çelikkol’u çağırarak protesto notası vermesine yol açtı. Gareth Jenkins, Türk toplumunun içinde bulunduğu psikozu yansıtan dizinin, fazlasıyla Osmanlı nostaljisi, Türk ırkının üstünlüğü ve Yahudi düşmanlığına dayalı unsurlar içerdiğini söyledi.
Jenkins, Büyükelçi Oğuz Çelikkol’un İsrail Dışişleri Bakanlığı’nda yaşadığı koltuk kriziyle ilgili olarak, “Her ülke bunu büyük hakaret olarak alırdı. Hatta Türkiye gibi, şerefin, siyaset ve kişisel hayatın önemli unsuru olarak görüldüğü ülkelerde bu, çok ağır bir hakaret,” diye konuştu.
Washington’daki Wilson Merkezi adlı düşünce kuruluşunda Türkiye’nin Batı’dan Doğu’ya kaydığı yolundaki tartışmaları değerlendiren Gareth Jenkins, Türkiye’deki hükümeti ‘otoriter rejim’ diye niteledi. Özellikle Ergenekon davasına dikkati çeken Jenkins, “Geçmişte laikler İslamcılar’a baskı uygulamak için yetkilerini istismar ediyordu, şimdi hükümete yakın kesimler ellerindeki yetkileri kötüye kullanıyor, hatta yasaları ihlal ediyor ve katı görüşlü laiklere baskı yapmaya çalışıyor,” diye konuştu.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik suikast iddialarını “gülünç” diye değerlendiren İngiliz gazeteci, bu iddiaları destekleyecek hiçbir kanıt olmadığını söyledi. Jenkins, Genelkurmay’a düzenlenen baskınla ilgili olarak da, “Benim ülkem İngiltere’de polis, böyle bir şeyi bürokratik bir mücadele vermeden yapamaz. Amerika’da da FBI, Pentagon’a izinsiz giremez,” dedi.
Gareth Jenkins, Türkiye’deki siyasi durumla ilgili olarak, “Bu bir otoriter rejimden bir başka otoriter rejime geçiş. Genelkurmay’a baskın da bunun bir göstergesi,” diye konuştu.
İngiliz gazeteci, AK Parti’nin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kontrolünde olduğunu, bunun da kendisi için bir dezavantaj olduğunu söyledi. Erdoğan’ın çevresinin “evet efendimci” danışmanlarla çevrili olduğunu kaydeden Jenkins, kendisine kimsenin itiraz etmediğini, ancak kimsenin de yerini alacak karizmaya sahip olmadığını kaydetti.
Jenkins, Adalet ve Kalkınma Partisi’yle Fethullah Gülen hareketi arasındaki bağlantıyı da değerlendirdi. Gülen hareketinin Türkiye’de AK Parti’den de güçlü bir tabana sahip olduğunu belirten Gareth Jenkins, iki kesimin mantık evliliği yaptığını savundu. İngiliz gazeteci, hiçbir liderin Başbakan Erdoğan kadar tabanla bağı olmadığını, Erdoğan’ın 2011’de cumhurbaşkanı olup partiler üstü bir konuma geçmesi durumunda, kendi partisinde kontrolün Gülen hareketine geçeceğini öne sürdü.