17 Eylül 2003 - 2003-09-22

Ortadoğu konusu, 17 Eylül tarihli Amerikan gazetelerinde değişmeyen gündem maddesi olarak yerini alıyor. Washington Post gazetesi, İsrail’in sürgüne göndermeyi düşündüğü Filistinli Lider Yaser Arafat’la ilgili olarak, şunları yazıyor:

"Son bir yıl içinde, Filistin yasama meclisinde Yaser Arafat’a karşı muhalefet gittikçe arttı. Geçtiğimiz aylarda meclisin çoğunluğu, barış sürecini yeniden rayına oturtmaya çalışan, eski Başbakan Mahmud Abbas’a destek vermeye hazırdı. İsrail ise Arafat’ın öldürülmesi ya da sürgüne gönderilmesinin, reform yanlısı Filistinlilerin konumunu güçlendireceğini düşünmüştü. Ancak son gelişmeler, bunun tam tersi bir durumu ortaya çıkardı. Sonuçta Amerika’nın uyarılarına rağmen İsrail’in, Filistin halkının gözünde simgesel bir öneme sahip Arafat’a karşı sürgün kararı alması, bu ülkenin daha önceki politikaları gibi ters tepti. Sürgün kararının hemen ardından Arafat, Filistinlilerin yanı sıra uluslararası destek toplamakla kalmadı, aynı zamanda muhaliflerini de susturdu. Yeni Filistin Başbakanı olması önerilen Ahmed Kurey’in görevi devralması ertelendi. Üstelik, Amerika ve İsrail’in dışladığı Arafat, bulunduğu konumdan yeni bir barış girişimini, kendisi başlattı. Arafat’ın bu girişimleri, elbette ciddiye alınmayacak. Filistinlilerin yeni bir yönetici seçmesi ve barış görüşmelerine başlamadan önce şiddete son vermesi gerekiyor. İsrail’in müdahale ya da sürgün yönünde aldığı karardan vazgeçmesi, Filistin yönetiminde gerçekleşecek olumlu bir değişikliğe bağlı."

Arafat konusu aynı zamanda diğer gazetelerde de geniş yer bulmaya devam ediyor. Wall Street Journal gazetesinde çıkan bir başmakalede, Filistinli lidere yönelik sert eleştiriler yer alıyor:

"Gerçeği söylemek gerekirse, Yaser Arafat dönemi sona erdi. Yıllar önce Beyaz Saray’da İsrail Başbakanı’yla birlikte barış anlaşmasına imza attığı günler geride kaldı, ve İsrail’in onu öldürerek aradan çıkarmayı düşündüğü günlere gelindi. Bütün bunlara rağmen, Dışişleri Bakanı Colin Powell, Bağdat’ta bulunduğu sırada yaptığı bir açıklamada, barış sürecine Arafat’la devam etmenin gereksiniminden söz etti. Arafat döneminin bitmesi gibi, kendisiyle ilgili aldatmacaların da sona ermesi gerekiyor. Yaser Arafat adı yalnızca diktatör kişiliğiyle değil, aynı zamanda büyük bir hayal kırıklığıyla anılmalı. Arafat kendi kendini aldatmanın bir sembolü olmuş durumda. Düşmanının zamanla dost olabileceğine asla inanmadı. Daha da kötüsü Arafat, uygar yaşamı barbarca yöntemlerle tehdit etmeyi tercih etti."

Irak konusu ise gündemin gerisine kaymaya başladı. Discovery adlı düşünce kuruluşundan Richard Rahn, Washington Times gazetesine yazdığı makalede, Irak anayasasına değiniyor. Richard Rahn, Irak’ın anayasasının, Amerikan yada İsviçre anayasası temel alınarak yazılması gerektiğini savunuyor:

"Fransa Dışişleri Bakanı Dominique de Villepin, Irak’taki yönetimin Birleşmiş Milletler’e devri konusunda kendi önerisini sundu. Villepin, Iraktaki geçici hükümetin bir ay içinde kurulması, Irak Anayasası’nın yıl sonuna kadar hazırlanması, ve genel seçimlerin de 2004 baharında yapılmasını önerdi. Irak’ın bir anayasaya ihtiyacı olduğu kesin, ancak bunun Fransa ya da Birleşmiş Milletler gibi daha anayasanın ne olduğunu bilmeyen ülke ve örgütlerce yazılması gerekmiyor. Yakın bir zamanda Avrupa Birliği’nin bir Fransız tarafından kaleme alınan anayasa taslağı, 240 sayfa tutuyor. Amerika’nın kendi anayasası ise sadece 15 sayfa. Daha birçok Birleşmiş Milletler üyesi ülkenin anayasası da, gerektiğinden fazla uzun, ve çoğu da bireysel özgürlüklerin savunması konusunda tatminkar değil. Amerika, Irak’ın ekonomik ve siyasi anlamda yeniden yapılandırılması için boğazına kadar gömülmüş durumda. Bunu belli bir plan çerçevesinde yürütmüyor olması, Fransa ve diğer ülkelere, Amerika’nın bu çabalarını sabote etme şansı veriyor."