AB Değerlerinden Taviz mi Verdi?

Geçtiğimiz Pazar günü Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun AB ile imza attığı Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması’nı 2016 yılında uygulamaya koymasını ve karşılığında 3 milyar Euro maddi destek almasını öngören uzlaşma farklı tepkilerle karşılandı. Akdeniz Üniversitesi Vizesiz Avrupa Araştırma Grubu Başkanı Prof. Dr. Harun Gümrükçü, Amerika’nın Sesi’nden Cem Dalaman’a yaptığı açıklamada, Türkiye’nin vize serbestliği konusunda hak kaybı yaşadığını ifade etmişti. Avrupa Parlamentosu’ndaki son tartışmada ise mülteci sorunu karşılığında Türkiye’nin insan hakları ihlallerine göz yumulacağı yönünde eleştiriler geldi.

Türkiye açısından anlaşmadaki koşulları değerlendiren SETA Dış Politika Araştırmacısı Mehmet Uğur Ekinci, nihayetinde Türkiye’nin vize serbestliği ile ilgili kararı Avrupa’nın siyaseten belirleyeceğini vurguladı.

Türkiye ile AB’nın 2013 yılında vize serbestliği ve geri kabul anlaşmasına imza atmış olduğunu anımsatan Ekinci, yeni anlaşma içinse “Türkiye’ye maddi destek sağlandı diye düşünebiliriz -- sınır güvenliği ve gerekli yerleşim tedbirlerini alması için, bunun yanı sıra AB’nin fonları aracılığıyla da vereceği desteklemeler olacaktır. Özellikle sınır güvenliği için de AB kurumlarınca teknik desteği olacaktır. Geri kabul anlaşması ise aslında yeni değil 2017 yılı yerine 2016’da yürürlüğe girecek,” değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye’nin hak kaybı konusunda ise bunun gelecekte ortaya çıkabileceğine işaret eden Ekinci, neden hak kaybı olabileceğini ya da olmayabileceğini şöyle açıkladı:

“Hak kaybı konusu, Ankara Antlaşması Ek Protokolü’ne göre, o zamanki vize şartlarından daha geriye adım atılmayacağına ilişkin bir argüman. Ama aslında 1980’li yıllardan itibaren Avrupa ülkeleri, Türkiye’ye yönelik vize uygulamaya başladı. Türkiye, kolay olmakla birlikte, Avrupa ülkelerine vize uygulaması yapıyor. Bu siyasi bir karar öncelikle bunu ortaya koymamız lazım. Türkiye tarafından er ya da geç imzalanması gerekiyordu. AB’nin en azından geri kabul anlaşması karşılığında vize serbestisini taahhüt etmesi bile bir kazanç. Hiç gündeme bile almayabilirlerdi. Ya da sadece kolaylıklar taahhüt edilebilirdi. 2016 yılında bu anlaşma uygulamaya konulduğunda Türkiye ne kadarını uyguluyor diye tespitlerde bulunacaklar ve 4 ana başlık altında kriterler var. İkinci adımda Konsey ve AB Komisyonu’nda nitelikli çoğunluğa göre karar verilecek. Bugün için olumlu siyasi koşullar mevcut, AB bir takım şeyler istedi Türkiye’den ama 2016 yılı sonunda konu yeniden gündeme geldiğinde o günkü siyasi şartlar ne getirecek bilmiyoruz. AB ülkelerinde seçimler de olacak. Yine de AB, Türkiye’ye yönelik işi sulandırırsa tek taraflı olarak geri kabul anlaşması iptali gündeme gelebilecek. Son karar zamanındaki siyasi şartlar belirleyici olacak.”

Mevcut tabloda hem AB’nin hem de Türkiye’nin kazançlı olduğunu belirten Ekinci, mülteciler açısından durumu sorduğumuzda ise, AB’nin insan hakları değerleri açısından şu yorumda bulundu: “Mülteciler ise zararlı durumda. Maalesef mülteciler zor durumdaydı. AB’ye gitme imkanları ortadan kalktı gidenler de kolaylıkla Türkiye’ye geri gönderilecek.

İnsan hakları çerçevesinden baktığımızda Avrupa’nın yaptığı aslında şaşırtıcı. AB bugüne değin insan haklarına dayalı bir vizyonu temsil ettiğini savunuyordu. AB çıkar üzerinden kurulan bir mekanizmayla o sorunu başkasına devretmiş oldu. Suriye sorunu çözümü hızlandırılırsa ancak göçmen mevzu rayına oturtturulabilir. Ama Suriye sorunu çözülmezse göçmenler yine AB sınırına dayanacaktır. Suriye sorunu çözümü için daha kararlı adımlar atması gerekiyor.”

CHP’liler bot ile Ege’ye açıldı

Bu arada bugün CHP Mülteci ve Sığınmacıların Sorunlarını Araştırma Komisyonu tarafından Ege Denizi’nde dikkat çekici bir protesto eylemi düzenlendi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, Muğla Milletvekili Nurettin Demir, Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen ve CHP İzmir Milletvekili Özcan Purçu, can yeleklerini giydi ve botla sabah Bodrum-Turgutreis’ten denize açıldı. CHP heyeti, ayrıca dünya kamuoyunda etki yaratan Aylan Kobani’nin kıyıya vurmuş fotoğrafını çeken DHA muhabiri Nilüfer Demir’den olay gününe ilişkin bilgi aldı.

CHP heyeti adına Veli Ağbaba, basına yaptığı açıklamada, Türkiye ile AB arasındaki anlaşmayı şöyle eleştirdi:

“Burası sadece Aylan bebeğin değil, insanlığın karaya vurduğu yer. Sadece bizim açımızdan değil, Avrupa açısından, dünya açısından insanlığın sahile vurduğu sahil burası. Geçen Pazar gününden itibaren mülteci konusu bir kat daha önem kazandı. Maalesef Türkiye’ye 3 milyar Euro para verilerek. Türkiye Avrupa’nın mülteci kampı durumuna, tampon durumuna getirilmek isteniyor. Özellikle Avrupa’nın dikkatini çekmek istiyoruz. Bu mesele sadece Türkiye’nin meselesi değil. Bu mesele dünyanın meselesi. Belirttiğimiz gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra belki bu coğrafyanın yaşadığı en büyük kriz. Türkiye’ye haksızlık yapıldı böyle bir meselede. Bunu kabul etmiyoruz.”

HDP’li Bilgen: “Evrensel değerlerle ele alınmalıydı”

HDP Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen ise, Amerika’nın Sesi’ne, AB ile imzalanan anlaşmayı değerlendirdi. Avrupa’nın mülteciler krizi nedeniyle Türkiye’deki son gelişmelere daha farklı yaklaştığı yönündeki eleştirileri yorumlayan Bilgen, “Türkiye’nin AB sürecinin bir boyutu haklar, özgürlükler ve adalet reformu gibi konular. Bu konuların değerler standartlarıyla ele alınması gerekiyor. Demokratikleşme pazarlık konusu yapılamaz,” dedi. Bilgen, AB ile Türkiye müzakerelerinde AB’nin 23 ve 24’ncü fasılları açması konusunda ise, “Bu fasıllarını açmak için ciddi reformlar ve yapısal dönüşümler gerçekleştirilmeli. Terörle Mücadele Yasası gibi pek çok yasal dönüşüm geçirilmeli. Mülteciler konusundaki anlaşma Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi vatandaşlarına karşı yükümlülüklerinin alternatifi olamaz. Bu iki konu kesinlikle birbirinden ayrı ele alınmalı” vurgusunda bulundu.

Mülteciler konusunda insan hakları vurgusunu paylaşan Bilgen, “Mülteci konusunun da insan hakları ölçülerinde evrensel değerlerle göze alınması gerekiyor. Türkiye’nin coğrafi konumunun bir potansiyel olarak görülmesiyle AB ilişkilerinde daha hızlı bir süreçle önlemler alınabileceği öngörülüyor. Ancak kaynak-ülkede sorun çözülmeden bunun çözülmesi zordur. AB ülkeleri de Türkiye de mültecilere yardım sağlanmasını bir lütuf, bir merhamet gibi göremez. Suriye’de en kısa zamanda geçiş döneminin barış içinde sağlanması gerekiyor. Bu da sadece Avrupa’yı ya da Türkiye’yi değil bütün küreyi risk karşısında bırakıyor,” diye konuştu.

Türkiye’ye 3 milyar Euro’luk yardım miktarı içinse bunun ancak kış koşullarında kısa vadeli ve acil olarak yapılmış bir miktar olarak değerlendirdiklerini kaydeden Bilgen, ancak Türkiye’nin bunu harcamasını ise mülteciler açısından hem hakları, hem de yaşama koşulları itibariyle sivil toplum kuruluşlarınca da denetlenebilir olmasını talep ettiklerini söyledi. Bilgen, neden denetlenmesi gerektiği konusunda ise, “Elbette mülteciler hem insanca yaşama koşullarına kavuşmalı hem de IŞİD ve benzeri örgütlere de fırsat yaratmayacak koşullar oluşturulmalı. Dolayısıyla şimdiki esas soru bu rakamın doğru şekilde harcanması ve kullanılmasıdır,” görüşünü aktardı.