Arap Baharı Neden Kışa Döndü?

Ortadoğu ülkelerinde özellikle genç nüfusun reform talebiyle sokaklara döküldüğü, Arap Baharı olarak adlandırılan halk ayaklanmalarının başlamasının üzerinden 5 yılı aşkın süre geçti.

Bölgedeki otoriter rejimlere tepki olarak, önce Muhammed Buazizi adlı bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla Tunus’ta patlak veren ve Tunus’un ardından diğer ülkelere de sıçrayan Arap Baharı, birçoğuna göre daha sonra adeta “Arap Kışı”na dönüştü.

Görece istikrara sahip Tunus örneği dışında, ayaklanmalara sahne olan diğer hemen hemen bütün ülkelerde istenen istikrar sağlanamadığı gibi, bölgede IŞİD başta olmak üzere radikal örgütler etkisini artırdı.

Your browser doesn’t support HTML5

Arap Baharı Neden Kışa Döndü?

Tüm bu gelişmeler ışığında Arap Baharı’nı bazı karakterlerin hikayeleri üzerinden anlattığı “A Rage for Order - Düzen İçin Öfke” isimli bir kitap kaleme alan, New York Times gazetesinin eski Beyrut Büro Şefi gazeteci-yazar Robert Worth, Arap Baharı’na bölgenin koşullarını dikkate almadan olması gerekenden fazla umut bağlandığı ve “başarısızlık” algısında bu yüksek beklentilerin rol oynadığı görüşünde.

Worth, “Arap Baharı’na başarısız demek, ilk başta ortaya konan arzuları gerçekçi görmek anlamına gelir. O anda insanlar güçlü bir umut dalgasına kendilerini kaptırsalar da, buna çok fazla umut bağladığımızı anlamaları uzun sürmedi. Bu toplumların içerisinde ne kadar az bir sosyal uyumun olduğu düşünülmedi. İnsanlar kendilerini ait hissedebilecekleri reformdan geçmiş bir devlet ve demokrasi için her türlü arzuya sahipti ama bu yeni türden devleti inşa edecek yapı taşları yoktu” diyor.

Peki, eşit fırsatlar ve demokrasi talebiyle sokaklara dökülen bölge halkı arasında bugün IŞİD gibi radikal örgütler nasıl oldu da destek bulabildi?

Worth’a göre bunun birçok nedeni var: “Bence en kilit neden, bölgede çok fazla şey dağıldı, insanlar devletin ortadan kalktığı, dini birliğin her türlü şekliyle yok olduğu, ailelerin ekonomik zorluklar içerisine düştükleri varoluşsal bir tehdit hissiyatına kapıldı. Dolayısıyla kendilerine yardım edebilecek, en güçlü ve en taviz vermez güce sarılma gibi bir hissiyat içerisine girdiler. Bence kendilerini kaybolmuş hisseden, Arap Baharı’ndan hayalkırıklığına uğrayan özellikle genç nüfus üzerinde bu örgütün kendilerine değer veren mesajları çok etkili oldu. Bu insanlar gelecekten umutlarını kestikleri bir anda bu ayaklanmaların patlak vermesi onlara muazzam bir umut aşılamıştı ama ne zaman ki bu umut da çökmeye başladı işte o zaman bu tür radikal gruplara karşı daha korunmasız hale geldiler.”

Ortadoğu’yu şimdi nasıl bir gelecek bekliyor? Arap Baharı’nın devamı gelir mi? Gazeteci-yazar Worth’a göre bunun için sabırlı olmak gerekiyor: “Bu türden büyük çaplı sosyal ve siyasi değişimler uzun zaman alır, bir sonrasını tahmin etmek zordur. Örneğin 1794-95 yıllarında Fransız devrimiyle ilgili kitap yazmış olsaydınız, geleceğe dair birşey söylemekte zorlanırdınız, o zaman da durum oldukça korkunç ve kaotikti. Dolayısıyla bu kaleydoskopun dönmeye devam edeceği ve yıldan yıla değişiklik göstereceği ümidimi koruyorum. Bölgenin gelecek yıllarda daha farklı görüneceğini düşünüyorum.”

Worth’a göre, pasif politikalar izlemekle eleştirilen Amerika’nın hem Suriye’de hem de genel anlamda bölgede yapabilecekleri sınırlı. Worth, bu konuda Amerika’ya yöneltilen eleştirileri adil bulmuyor: “Bence Amerika’nın başında bugün Obama değil başka bir başkan olsaydı da Ortadoğu’da riski yüksek bir adım atmakta zorlanırdı. Obama bu tür riskleri almada özellikle isteksiz ve bu konuda çok eleştiri alıyor ama bazen şunu da düşünüyorum; bölgedeki insanlar Amerika’ya potansiyel kurtarıcı olarak bakıyor. Bu bir yandan da komik aslında çünkü bu insanların birçoğu aynı zamanda Amerika’dan ‘şeytan’ diye bahsediyor, onu sorunların kaynağı olarak görüyor. Bence iki görüş de abartılı. Amerika’nın elbette bu diktatörlerin iktidarlarını sürdürmesinde katkı rolü oldu ama bu diktatörlükleri Amerika yaratmadı. Bence Amerika’nın fark yaratma adına yapabileceği şeyler bulunuyor ama bunun bir sınırı var.”

Robert Worth, mevcut koşullarda bölgedeki diğer her ülke açısından olduğu gibi Türkiye’nin de olumlu bir rol oynama şansının daha zorlaştığını, ama bunun değişeceğini umduğunu belirtti.