Radyasyondan Ne Kadar Korkmalıyız?

  • Melinda Smith

Radyasyondan Ne Kadar Korkmalıyız?

Japonya’daki nükleer reaktör krizi tüm dünyada radyasyon korkusunu tetikledi. Peki göremediğimiz, tadamadığımız, koklayamadığımız radyasyondan ne kadar korkmalıyız? Uzmanlar röntgen ışınlarından güneş ışığına, her gün radyasyonun farklı çeşitlerine maruz kaldığımızı söylüyor.

Eski filmlerdeki mantar bulut görüntüsü birçok kişinin aklına Soğuk Savaş yıllarının nükleer silahlanma yarışını getiriyor. Bundan 60 yıl önce Amerika’nın güneybatısındaki çöllerde yapılan nükleer silah denemelerinin ilki görüntülenmişti. Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılması İkinci Dünya Savaşı’nın sonunu getirmişti. Sonrasındaysa Amerika ve Sovyetler Birliği birbirinden korkmayı öğrendi. Okul çocukları hava saldırılarına karşı tatbikat yaparak radyasyonun gözle görünmeyen etkilerinden korunmaya hazırlanıyordu.

Nükleer enerji kitle imha silahı olarak görülse de barışçı amaçlar için de kullanılabileceği öne sürülüyor, temiz ve sonsuz elektrik enerjisi kaynağı olarak görülüyordu. Ancak 1979’da Amerika’daki Three Mile Island, 1986‘daysa Sovyetler Birliği’nde Çernobil reaktörlerinde meydana gelen kazalar kamuoyunun radyasyona maruz kalma korkularını tetikledi.

Radyasyon ve nükleer enerji güvenliği uzmanı Rus çevreci ve bilim adamı Aleksey Yablokov, Çernobil’den yayılan radyoaktif parçacıkların Three Miles Island reaktörüne kıyasla binlerce kat daha fazla olduğunu söylüyor. Yablokov’a göre, Sovyetler Birliği ilk patlamadan sonraki 36 saat boyunca olayı örtbas ederek zaman kaybetti. Binlerce kişinin öldüğü büyük felaket 25 yıl sonra hala etkili.

Yanlokov, ”Çernobil birkaç nesli etkiledi. İnsanların genetik yapısını, sağlığını bozdu. Büyük bir olaydı. Unutmak mümkün değil,” diyor.

Japonya’daki Fukuşima nükleer santralinde meydana gelen kriz, radyasyon korkusunu bir kez daha körükledi. Peki bu korkular gerçekçi mi?

Amerika Fen Bilimleri Geliştirme Birliği’nden Gerald Epstein sürekli olarak düşük seviyede radyasyona maruz kaldığımızı bilmenin birçok kişiyi şaşırtacağını söylüyor: ”Gezegendeki hayat, düşük seviyeli radyasyonla evrim geçirdi. İnsanlar da bu tür radyasyonla başından beri yaşıyor. Düşük dozda radyasyonun etkileri zaten hep vardı. Esas soru, reaktörden sızan radyasyon risk teşkil ediyor mu? Hemen hemen her durumda eğer sızan bu radyasyon riski arttırıyorsa bile bu son derece düşük bir risk.”

Yolcular uçağa binmeden önce güvenlik kontrolundan geçerken radyasyona maruz kalıyor. Uçak yolcuları atmosferdeki kozmik ışınlara çok küçük miktarda da olsa hedef oluyor.

Epstein, bina ve konutların yapımında kullanılan taşlarda ve toprakta doğal olarak radyasyon bulunduğunu söylüyor. Bilgisayarlı tomografi ve röntgen cihazları da radyasyon yayıyor. Bazı meyve ve sebzelerde bulunan potasyum bile radyoaktif özelliğe sahip.

Epstein, ”Yediğimiz potasyumun bir kısmı aslında radyoaktif formda. Potasyumdaki bu tür radyasyon aslında sürekli olarak maruz kaldığımız arka plan radyasyonunu oluşturuyor,” diyor.

Japonya’daki krizden sonra Amerika’daki çok sayıda eczane potasyum iyodür satın almak isteyenlerle dolup taştı. Bu kişiler nükleer santrallerden yayılan radyoaktif iyotun etkilerinden korunmak istiyordu.

Epstein, ”Ortada zararlı bir durum olduğunu düşünmüyorum. İlaç almak isteyenlerin kaçınmak istedikleri radyasyon, aslında bence ilacın zararından daha az,” şeklinde konuşuyor.

Epstein, yakın gelecekte birçok ülkenin nükleer reaktör inşa etme planlarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalacağını tahmin ediyor. Uzman, bu ülkeler nükleer enerjiden vazgeçerlerse elektrik üretmek için başka kaynaklar bulmaları gerektiğini, bu kaynakların da kamu sağlığı riskleri taşıyabileceğini söylüyor.