Erişilebilirlik

ABD ile Türkiye Sorunları Erteledi mi?


ABD Başkanı Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO kapsamında ilk yüz yüze görüşmesi, iki ülke arasındaki sorunlarda ancak Türkiye’nin izlediği politikalarda değişikliğe gitmesiyle çözüm yolunda adımlar atılabileceği şeklinde yorumlandı.

NATO 29. Liderler Zirvesi kapsamında, ABD BaşkanıBiden ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın biraraya gelmesiyle Türkiye-ABD ilişkileri için liderler düzeyinde “olumlu ilerleme” beklentisi ifade edilmiş gözüküyor. Ancak VOA Türkçe’nin konuştuğu uzmanlar, bunun iki ülke arasındaki sorunlara ilişkin görüşmeleri teknik heyetler düzeyinde, bürokratik kurumsallık içinde diplomasi ve müzakere yoluyla yürütmek dışında detaylı boyutu olmadığını düşünüyor.

Uzmanlar, iki ülke ilişkilerinde bugünkü temel sorunu Biden ve Erdoğan yönetimlerince uluslararası dinamikler ile demokrasi, otoriterleşme gibi meselelere farklı bakış yorumluyor. Biden’ın hafta başındaki NATO açıklamalarına göre de eğer Türkiye’nin atacağı politik adımlarda ve tercihlerinde değişiklikler olabilirse, bazı sorunlu başlıklarda çözüme doğru olumlu ilerleme olabileceği vurgulanıyor.

Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ve uluslararası ilişkiler alanında uzman Prof. Dr. İlhan Uzgel, Biden-Erdoğan görüşmesinin ardından son durumu değerlendirdi. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Kalaycıoğlu ve Uzgel, kamuoyuna yapılan açıklamalara göre Afganistan başlığı dışında iki ülke arasında olumlu yönde ilerleyecek bir konu olduğuna ilişkin elde veri olmadığını kaydetti. Türkiye’nin mevcut dış politika ve uluslararası ilişkilerdeki duruşunu Erdoğan’ın belirlediğini işaret eden uzmanlar, Ankara’da değişim yönünde karar alınmasıyla gelişmeler olabileceği noktasında görüşlerini aktardı.

''Biden-Erdoğan Görüşmesi Sadece İlk Yoğun Temas''
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:14:02 0:00

Kalaycıoğlu, görüşmede işin doğası gereği iki ülke ilişkilerinde ayrıntılı bir ilerleme sağlanmış olamayacağını belirtti; Suriye’deki derin görüş ayrılığı yaşanan PYD/YPG konusunda Türkiye’nin Beşar Esat rejimiyle ilgili mevcut politikasını değiştirmesiyle gelişme olabileceğini ifade etti. Uzgel ise, aslında YPG’nin Türkiye iç kamuoyuna yönelik sorun gibi gösterildiğini ancak iki ülke arasında fiilen bu konuda adeta bir uzlaşma gözlendiğini dile getirdi. Uzgel’e göre ABD tarafı, Türkiye’nin Irak’ta PKK’yla mücadelesinde sıkıntı yaratmazken Suriye’de ise her iki taraf mevcut sınırlar içinde hareket ediyor.

İlhan Uzgel, ABD’nin Erdoğan’ın malvarlığı, Halkbank gibi araçlara sahip olduğunu söyleyerek, bölgesel gelişmelere de bağlı olarak bugün Türkiye kamuoyuna büyük sorunlar olarak sunulmuş konu başlıklarında Erdoğan’ın geri adım atabileceği görüşünde. Prof. Dr. Kalaycıoğlu da, iki ülke arasında “dünyaya bakış” olarak ifade edilebilecek şekilde temel politik yaklaşım farkını belirterek, Biden’ın otoriterleşme karşıtı vurgusuyla Rusya ve Çin’in başı çektiği ülkelere karşı politika üretme yaklaşımında olduğunu kaydetti. Türkiye’nin ise NATO müttefikliği bakımından da hangi noktada duracağı konusunda sorularla karşı karşıya olduğunu anlatan Kalaycıoğlu’na göre; Ankara’nın yeniden Kopenhag Kriterleri gibi demokrasi yönünde adımlar atması durumunda, değişim olasılığı var ama henüz bunun işareti yok.

Türkiye’nin Afganistan’da takviye rol üstlenmesi nasıl yorumlanıyor?

VOA: ABD Başkanı Biden ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmesinde Afganistan’da Türkiye’ye ilave askeri görev verilmesinin öne çıkmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Prof. Dr. Kalaycıoğlu: ABD’nin Afganistan’da daha fazla asker bulundurma olanağı kalmadı. Bu şartlarda NATO’nun geri kalan üyelerince de orada özellikle çatışmada kullanabileceği asker bulundurulmasının bir anlamı kalmamış durumda. Ancak Afganistan’ı tamamıyla terk edeceğini gösteren herhangi bir kanıt da yok. Çünkü Afganistan son derece önemli bir bölgede, hemen Çin’in batısında bulunuyor ve aynı zamanda önemli nadir madenlere sahip olan ülkelerden bir tanesi. Bu madenleri özellikle çevreci teknolojiler kullanıyor. ABD, Çin’den temin etmek zorunda kaldığı için, bu madenler bakımından Çin’e bu kadar bağımlı olmak istemediği için Afganistan’a da bir alternatif olarak kullanmayı düşünmesi söz konusu. Bunun yanısıra Asya’nın kilit noktasında Afganistan. Asya’da güçlenmek isteyen her devlet Afganistan’ı bir şekilde kontrol etmiş ve onun üzerinden geçerek hareket etmiştir. Aynı zamanda Afganistan’la yakından ilişkili olan Pakistan var. Afgan nüfusunun bir kısmı Peştun ve akrabaları aynı zamanda Pakistan’da yaşamakta. Dolayısıyla Afgan siyasetinde Pakistan’ın çok ciddi etkisi söz konusu. Ama Pakistan bir yandan Çin’le dostluk ilişkileri bir yandan Hindistan’la hasmane ilişkiler içinde. Dolayısıyla bu aynı zamanda Hindistan’ı ve Çin’i de Afganistan’la ilişkili bir hale getiriyor. ABD bu stratejik nedenlerden dolayı da Afganistan’a önem vermeye devam edecek gibi gözükmekte. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Afganistan’a sivil olarak ve mali destek olarak devam edeceklerini belirtti. Sivil destek dediği, polis ve asker eğitecek kadrolar göndereceklermiş. Dolayısıyla bir ilişki sürecek gibi görünüyor. Ancak Taliban’ın daha da güçlenmesi durumunda ne olacak? Taliban resmi devlet haline gelirse, Afganistan’da hükümeti tamamen Taliban kurarsa ne olacak? Onu bilmiyoruz. Türkiye’den istenen, NATO’nun çekilmesinin ardından Kabil Havalimanı’nın uluslararası bir havalimanı olarak açık bir şekilde kalmasını teminen orada bir askeri birlik bulundurması. Burada bir sakınca yok ama ABD de NATO üyesi ülkeler de bu sürecin ne kadar devam edeceği konusunda herhangi bir bilgiye sahipler mi onu bilmiyoruz. Fakat Taliban, Afganistan toprakları üzerinde, Afganlar dışında hiçbir kuvvetin bulunmaması gerektiğini ısrarla vurguluyor. Bu durumda Türkiye’yi de bu listeye alıp hedefe koyarsa aradaki ilişkilerin çok ciddi ölçüde değişeceğini düşünmemiz lazım. Türkiye’nin Afganistan’la çok uzun ilişkileri, itibarlı bir dostluk ilişkisi var. Bunu zedelemeyecek şekilde bu süreci götürebilme yeteneği gösterebilirse Türkiye, bundan herhalde başarılı çıkacaktır diye varsayıyorum. Şu andaki görüntü bu. Ama bu nasıl bir gelişmeye doğru gidecek bilmiyoruz.

Prof. Dr. Uzgel: Erdoğan yönetimi, Biden ile işbirliği yapmak zorunda kaldı. Türk dış politikasında bir süredir daha yoğun şekilde tek başına hareket etme eğilimi vardı. Bazı coğrafi bölgelerde, özellikle de Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Suriye’nin bir kısmında, belki Azerbaycan - Ermenistan çatışmasında. Şimdi bu pozisyonundan bir süredir geri adım atmaya başlamıştı. Uluslararası alanda daha uyumlu görüntü veriyordu. Bunu önce Avrupa Birliği ile yürüttü. ‘Batıya çark etme’ diyebileceğimiz bir politika sürecine girdi. Biden ile uzlaşma bunun diğer aşamasını ve en önemli aşamasını oluşturdu. Burada Türkiye’nin Biden yönetimine ‘Hadi uzlaşalım’ demesi yeterli olmayacaktı. Çünkü konular belli, sorunlar belli, pozisyonlar belli. En başından itibaren Türkiye’nin fazladan jest yapması gerekiyordu. O jest de tam da NATO’nun Afganistan’dan çekilme dönemine denk geldi. Bunu Kabil Havalimanı’nın korunması meselesinde fark etti ve aslına bakarsanız neredeyse bunun üstüne atladı AKP yönetimi. Avantajlı bir konuydu. Amerikalılar da kara kara düşünüyordu, Afganistan ile irtibatı eğer havalimanını kontrol etmezlerse nasıl sağlayacakları meselesi ortada duruyordu. Türkiye bunun için gönüllü oldu. Hatta tuhaf olan Amerika’nın bunun üzerine hemen atlamaması oldu. Muhtemelen karşılığında (AKP yönetimi) bazı şeyler istedi ve o yüzden de Amerikalılar hemen ‘evet’ demedi. Medyaya yansıyan kısmıyla Türkiye’nin talebi siyasi, diplomatik ve lojistik destek ve mali konularda yardım. Mali yardım konusu çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Oradaki bin askeri Türkiye finanse edebilir. Asıl pazarlığı geri planda yaptıklarını düşünüyorum. Kabil Havaalanı korunması karşılığında, Türkiye’yi sıkıştığı bazı dış politika konuları var yani ABD’nin elinde bazı araçlar var, bunlardan biraz kurtulmaya çalışıyor. Muhtemelen o yüzden bu pazarlık sürüyor. Eğer bu gerçekleşirse Türkiye, Amerika’ya yani çok anlamlı bir jest yapmış ve her şeye rağmen Biden 24 Nisan’da ‘soykırım’ demesine rağmen tepside bir ödül sunmuş olacak. Bunun nasıl sonuçlanacağını tam bilmiyoruz. Erdoğan da cevap olarak biraz geçiştirdi konuyu. Amerikan tarafından da bu konuda şimdiye kadar yapılmış resmi bir açıklama yok ve onlar NATO’da bunun görüşüldüğünü, masada olduğunu söylüyor. Türkiye, zaten uzun süredir Afganistan’da ve Amerika’ya 2001’den beri NATO çerçevesince destek veriyor. Burada daha çok Amerika’nın işine yarayacak bir işbirliği alanı yarattı, hükümet medyası bundan çok memnun oldu, neredeyse üstüne atladı. Dolayısıyla Erdoğan yönetimini Kabil Havalimanı’nın kontrolü rolünü üstlenmese bile en azından Amerika’ya çok güzel jestler yapabileceğini, çok işine yarayacak olabileceğini kanıtlamış oldu. En azından bunu kendisi açısından bir kazanç olarak görüyor.

Uzgel: ''Erdoğan Bazı Konu Başlıklarında Geri Adım Atabilir''
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:10:15 0:00

Neden “soykırım” ifadesi gibi konuları konuşmadılar?

VOA: ABD Başkanı Biden’ın 24 Nisan’daki “Ermeni soykırımı” açıklaması gibi ikili görüşmede sizce neler konuşulmadı ve konuşulmayanlar ne anlama geliyor?

Prof. Dr. Kalaycıoğlu: Şu anda Biden yönetimiyle Erdoğan yönetimi arasında sadece ve sadece ilk yoğun temas yapılmış durumda. Ötesinde herhangi bir gelişme yok. Böyle bir ilk temasta taraflar birbirlerinin eğilimlerini, nelere duyarlılık gösterdiklerini daha fazla not etmeye çalışmışlardır. Bu hususların ötesinde ayrıntıya girdiklerini düşünmüyorum. Ayrıntıyı uzman heyetler görüşecek diye varsayıyorum. 10’dan fazla konu ve Türkiye ile ABD arasında. Bunların bir kısmı Amerikan yürütmesini değil yasamayı da ilgilendiriyor. CAATSA (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası) kararı gibi çetrefilli hususlara, özellikle Türkiye ile ABD’nin çok farklı ve ters düşündüğü konulara çok ayrıntılı olarak girilmemiş ve buralardan bir takım sürtüşmelerin tekrar alevlenmesi engellenmiş gibi gözüküyor. Öyle anlaşılıyor ki, dünkü toplantıdan her iki taraf da olumlu sinyallerle ayrılma eğilimindeydiler ve olumlu bir adımla başlama endişesi taşımaktaydılar ve onun için bu şekilde bir yaklaşımı tercih etmiş gibi görünüyorlar. 24 Nisan 1915 olaylarıyla ilgili Biden’ın nitelemesi konusunda açıklamayı ve buradaki duyarlılığı masaya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın getirmesi beklenir. ABD’nin bu konuda daha fazla yapacağı bir şey söz konusu değil. O da bu konunun getirilmemiş olmasına “Hamdolsun” diye ifade etti. Demek ki böyle bir tartışmayı başlatmayı beklemiyormuş. Bundan da bir yarar ummadığını bir kez daha açıkça vurguladı. Türkiye için en önemli unsur, F-35 projesine yatırım yapmış olması. Aynı zamanda güvenlik ve savunmayla ilgili, ‘kamu bürokrasisi dikkatle ve bir miktar da endişeyle izliyor’ diye varsayıyorum. O nedenden dolayı, bu konuda kısa zaman içerisinde heyetler arasındaki görüşmelerin yapılacağını düşünmekteyim. İki ülke arasında büyük genel dış politika sorunu var. O da stratejik bakımdan çok farklı yerlere yönelmiş olmalarından kaynaklanıyor. Biden yönetimi, liberal bir dış politika izliyor. Bazı realist noktaları göz ardı etmeksizin hatta bazı konularda pragmatik olmaya devam ederek, insan hakları ve özgürlükleri ön plana getiren bir demokrasi cephesi kurmak suretiyle otoriterleşme ve bunun ön safındaki ülkeler olan Rusya ve Çin’e karşı bazı adımların atılmasını, özellikle uluslararası hukuk ve temel olarak kabul edilmiş antlaşmalara ve kurallara uygun davranmayı temin etmeye yöneldiğini görmekteyiz. Türkiye’nin dış politika eğilimi “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” yazsa da Dışişleri Bakanlığı’nın web sitesinde, AKP hükümetleri, hem başbakanları hem dışişleri bakanları, o zamanki hükümetlerin bu “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” politikasını ciddi şekilde eleştirmişlerdi. Onun için daha statükoyu sorgulayan, kuralları değiştirmeyi hedefleyen bir dış politika algısı veriyor Türkiye. Bu bakımdan farklı yönelimler içerisinde olan iki ülke. Bu konuları ayrıntılı olarak gündeme getirip konuştuklarını gösteren bir kanıt yok ama NATO içinde hareket edecek Türkiye’nin daha fazla dışlanmaması ve itibar kaybetmemesi için demokratik özelliklerini güçlendirmesini, bunların daha saygın bir hale gelmesini temin etmesi gerekecektir. Bu adımların atılıp atılmayacağını zaman içerisinde göreceğiz.

Prof. Dr. Uzgel: NATO toplantısı çerçevesindeki görüşmede Erdoğan’ın orada konuşacağı bir şey yok. Aradan (Biden’ın soykırım tanımlamasını kullanmasından) bir buçuk ay geçti. Şimdi demir tavında dövülür yani bir tepki göstereceksiniz bunu fiiliyatta gösterirsiniz. Bunun İncirlik Üssü var. 24 Nisan’dan sonra yapılmış ortak tatbikat var ki tatbikattan geri çekilebilirdiniz. Bunlar arasında büyükelçinizi geri çekmek de en hafifi olurdu. Ama Biden ile yapacağınız çeviriyle birlikte 20-25 dakikalık bir görüşmede, bir cümle etseniz ne olur, etmeseniz ne olur. En fazla ‘Bundan dolayı alındık’ diyebilirsiniz. Tam anlamıyla neler konuşulmadığını bilmiyoruz. Ama mesela Halkbank, Rıza Zarraf konusunu her iki taraf da açmamıştır. Detaya inildiğini zannetmiyorum. Bence o görüşmede Erdoğan, Amerika’nın bölgesel stratejisine nasıl uyum sağlayabileceği ve Türkiye’nin artık sorun çıkaran bir müttefik olmayacağı konusunda Biden’ı ikna etmeye çalışmıştır.

Suriye’deki PYD/YPG anlaşmazlığı çözülebilir mi?

VOA: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “terör örgütleri meselesinde anlaşma olmadığı” açıklaması itibariyle ABD ile Türkiye arasında Suriye eksenli nasıl gelişmeler bekliyorsunuz?

Prof. Dr. Kalaycıoğlu: Suriye’de sadece Türkiye ve ABD yok tabii. Rusya da var, İran var, İsrail müdahaleleri var. Herhangi bir değişiklik olacağını zannetmiyorum. ABD’nin oradaki temel endişesi IŞİD’in tekrar güçlenmesi. IŞİD’in güçlenmesini engellemek için elindeki en önemli kozun oradaki Suriye Demokratik Güçleri diye andığı, Türkiye’nin “terörist” olarak kabul ettiği gruplar. Türkiye bu gruplarla ABD’nin uzun süreli olarak bu politikayı devam ettireceğini ispata çalışıyor. Ama şu ana kadar ABD yönetimlerini -ne Trump yönetimini ne de Biden yönetimini- ikna edebilmiş değil. İkna edeceğini gösteren bir kanıt da yok. İsterseniz bunu bir şekilde bir kenara koyduklarını ve dondurduklarını düşünebilirsiniz. Orada herhangi bir önemli gelişme olacağını ben düşünmüyorum yakın bir dönem içerisinde. Türkiye’nin Suriye politikası değişerek Esad rejiminin kabul edilmesi ve onunla görüşmek suretiyle Suriye’deki yeni yapılandırmada adımlar atılması yönüne dönebilir. O zaman tabii ABD’yle olan ilişkiler de değişecektir. Çünkü ABD, bunu kabul etmiş gibi gözüküyor. Ama Türkiye henüz böyle bir genel kabul göstermedi. En azından hükümet göstermedi.

Prof. Dr. Uzgel: Şöyle söyleyeyim bu çok büyük bir konu ve bir sorun olarak gösteriliyor, oysa değil. Suriye konusunda, PYD varlığı konusunda Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı sonrasındaki dönemde Trump yönetimi Pence’i Ankara’ya göndermişti ve o tarihten bugüne Türkiye’nin attığı herhangi bir adım yok. Herhangi bir eylem yok. Dolayısıyla Türkiye ile Amerika arasında, en başından itibaren Suriye konusunda ama özel olarak da 2015’ten itibaren PYD konusunda asgari bir uzlaşma var gibi gözüküyor. Türkiye belli koşullar altında Amerika’nın orada bir Kürt özerkliği yaratmasından çok rahatsız ama AKP yönetimi altında ve bu koşullar altında bunu önleyecek imkanı yok. Ama dikkat ederseniz PKK ile mücadelede Amerika da Türkiye’ye ses çıkarmıyor. Hem içeride hem de Irak’taki müdahaleler karşılığında Amerika Suriye’yi istedi ve aldı da. Türkiye’de aslına bakarsanız dile getirilmekte olan söylemler çoğunlukla Amerika’ya değil Türkiye kamuoyuna yönelik. Bu söylem bir dış tehdidi işaret ettiği için hükümetin ve güvenlik aygıtının işine geliyor. Ama bu artık bir söylemdir, dış politika değil.

İkili ilişkilerde “olumlu ilerleme” nasıl mümkün olacak?

VOA: Her iki tarafça da iddia edildiği gibi bu görüşmeden sonra ilişkilerde olumlu ilerleme olabilir mi, nasıl?

Prof. Dr. Kalaycıoğlu: Olumlu ilerlemeden kasıt nedir bilmiyoruz. S-400 füzeleri, F-35 uçak yapımı ve alımı, daha önce verilmiş olan 24 Nisan açıklaması ve kararı, Afganistan konusu, Karadeniz’deki statü hakkındaki farklı düşünceler, Fethullah Gülen’in iadesi, CAATSA’da Kongre’nin tutumu, Halkbank Davası gibi çeşitli konular var. Aynı zamanda, liberal bir dış politikayla karşı karşıya kalan Türkiye’nin bu konuda ne yapacağını tam olarak bilmiyoruz. Demokratikleşme yönünde gidecek mi gitmeyecek mi bilmiyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çıkışı konusunda ABD bazı girişimlerde bulunacağından bahsetmişti. Bu konuda herhangi bir adım atılıp atılmadığını bilmemekteyiz. Afganistan konusunda mali destek, NATO’nun lojistik desteği, aynı zamanda istihbari destek almak suretiyle Türkiye, Taliban’ı da ikna ederek, çok büyük bir çatışma ortamı doğurmadan Kabil Hava Meydanı’nın kontrolünü sürdürebilirse, bunun olumlu bir gelişme olarak düşünülebileceğini varsaymaktayım. Arap Baharı’ndan sonra büyük ölçüde değişen ilişkilerin ABD ve Türkiye’nin dış politikalarındaki farklılaşmanın daha uyumlu bir hale getirilmesi için bazı adımlar atılıp-atılamayacağını zaman içerisinde göreceğiz. Bunların tartışılıyor olmasına olumlu gelişme olarak kabul etmiş oldukların varsayıyorum. Yani diplomasiyle, askere ve güvenlik bürokrasisine bu konuları görüşme imkanı sağladıkları ve oradan bir ilerleme olabileceği beklentisi ve umudunu paylaştıklarını düşünebilirsiniz. Türkiye’nin karşısında olduğu temel sorun, ABD’yle Rusya ve Çin arasındaki ilişkiler. Biden ve Putin’in açıklamalarıyla daha bir somut hale getirilecek sanırım. NATO için, Çin hemen kapıda bir tehdit dili taşımıyor. Belki siber savaş unsurları dışında. Onun dışında ticaret olanakları sağlayan bir ekonomi Çin. Özellikle Almanya için muazzam ticareti var. 250 milyar Euro civarında. Aynı zamanda Rusya’dan bazı enerji tedarikleri söz konusu Almanya’nın. Bütün bunlar ilişkileri biraz daha karmaşıklaştırıyor NATO üyesi ülkelerle, Avrupalılar’la, Çin ve Rusya arasında. Buradaki gelişmelerde, Türkiye kendisini NATO’nun içerisinde daha sağlam, daha güvenli ve daha köklü bir şekilde bağlı olarak mı görecektir? Bu aynı zamanda Kopenhag Kriterleri’ne uygun bir demokrasi olma yoluna tekrar dönmesi zorunluluğunu ortaya çıkaracaktır. Bu adımları atacak mı Türkiye? ‘Şu anda evet bu oluyor, devam ediyoruz’ şeklinde söyleyebileceğiniz hususlar değildir.

Prof. Dr. Uzgel: Erdoğan ile ilgili şöyle bir sorun söz konusu ki bazen güvenilmez bir ortak olarak görülüyor. Bu durum Barack Obama’yla başladı. Obama bunu dile getirmişti. Obama’nın belirli bir döneme kadar çok sık görüştüğü liderlerden biriydi. Ama o tarihten itibaren Erdoğan çalışılabilir yani esneyebilir lider olarak görüldü. Ne kadar pragmatik olduğunu uzun iktidar süreci boyunca zaten defalarca görüyoruz. Erdoğan biraz çözülmüş lider yani uzun süre iktidarda kaldığınızda muhataplar nerede, ne yapacağınızı biliyorlar. Nerede taviz verir, nerede direnir diye muhataplarınız bunları biliyorlar. Şu an Amerika’nın elinde Türkiye’nin demeyeceğim ama Erdoğan’a karşı çok fazla araç birikmiş durumda. Yani mal varlığından, Rıza Sarraf’a, Halk Bankası’ndan belki Sedat Peker’e, bölgesel müttefiklerden Yunanistan’a askeri angaje olmasına kadar çok fazla sayıda kullanabileceği araçlar var. Dolayısıyla ilişkilerin seyri, Erdoğan’ın Amerika açısından ne kadar süreyle güvenilir bir müttefik olarak görüleceği ve Amerika’nın bundan ne kadar hoşnut olacağına bağlı. Eğer Erdoğan verdiği sözleri tutarsa, Mavi Vatan’dan vazgeçti mesela ki bunu devam ettirirse, Karadeniz’de işbirliği yapmaya devam ederse, Ukrayna, Polonya, Gürcistan’a destek olursa, Afganistan’da kalırsa, bölge ülkeleri Mısır, İsrail ve Suudi Arabistan’la anlaşırsa bu işbirliğini devam ettirmemek için çok fazla neden kalmıyor. Zaten bunun pazarlığını yapmaya çalışıyor. (Erdoğan) yeter ki içerine insan hakları konusuna dokunulmamasını istiyor. Dikkat ederseniz bir tek orada taviz vermedi. Dolayısıyla şu anki pazarlık bir süre devam eder. Her iki taraf da zaman kazandı. Artık sonrasını bölgesel gelişmelerle nasıl olacağını göreceğiz.

  • 16x9 Image

    Yıldız Yazıcıoğlu

    Yıldız Yazıcıoğlu, 1994-1998 döneminde Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Mesleğe 1997 yılında Cumhuriyet’te stajyer olarak başladı. 1998-2000 döneminde yüksek lisans eğitimine devam etti. 2000 – Mayıs 2009 döneminde Milliyet’te mesleki kariyerini cumhurbaşkanlığı ve parlamento muhabirliği noktasına taşıdı. 2009 - 2011 yıllarında ABD’nin başkenti Washington DC’de kariyerini sürdürdü ve farklı medya kuruluşları için temsilcilik – yorumculuk görevlerini yürüttü. Bu dönemde VOA Türkçe’de eğitim aldı ve görev yaptı. Ardından Ankara’ya dönüşünde Habertürk TV’de, ArtıBir TV’de görevler üstlendi. Şu anda VOA Türkçe ekibinde görev almayı sürdürüyor.

STÜDYO VOA

Trump’a ‘sus payı davası’ öncesinde konuşma yasağı – 27 Mart
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:29:59 0:00
XS
SM
MD
LG