Erişilebilirlik

“İşkence Türkiye’nin En Önemli İnsan Hakları Sorunu” 


Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi, Diyarbakır Tabip Odası, Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır Hak İnisiyatifi tarafından yapılan ortak açıklamada, işkencenin Türkiye’nin başlıca insan hakları sorunu olduğu vurgulandı.

Diyarbakır’daki beş kurum “26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” nedeniyle ortak bir açıklama yaptı. Ortak açıklamayı okuyan TİHV Üyesi Elif Turan, Türkiye’nin “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988 yılında kabul ederek, işkenceyi yasaklamasına rağmen, işkencenin bir devlet pratiği haline geldiği söyledi. 2016’da ilan edilen OHAL ile birlikte işkencenin arttığına dikkat çeken Turan, ”Ancak ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren mevcut siyasal iktidarın baskı ve kontrola dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekanı haline gelmiştir. Paylaşılan veriler mutlak yasağa ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkencenin Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olduğunu ortaya koymaktadır” diye konuştu.

Açıklamanın ardından güncel işkence verilerini içeren bir rapor da açıklandı. Rapordaki verilerden bazıları şöyle: “2019 yılında TİHV’e işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı gerekçesiyle 908 kişi başvurdu. İHD Dokümantasyon Birimi'nin verilerine göre ise 2019 yılında resmi gözaltı yerlerinde 726 kişinin işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldığı belirlenmiştir. TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre 2020 yılının ilk beş ayında resmi gözaltı yerlerinde 107 kişi işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalmıştır. 2019 yılında ev baskınlarında ve bu baskınlar sırasında gözaltı işlemi henüz başlamamışken yaşanan işkence uygulamalarında görülen oransal artış ayrıca dikkat çekicidir. 2019 yılında TİHV’e başvuranlardan 309’u açık alan ve gösteri sırasında, 170’i ise ev ve iş yeri gibi mekanlarda işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldıklarını beyan etmişlerdir. İHD Dokümantasyon Birimi'nin verilerine göre ise 2019 yılında resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki yerlerde işkence ve diğer kötü muameleye uğradığını iddia eden kişi sayısı 1477’dir. TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre 2019 yılında kolluk güçlerinin toplanma ve gösteri özgürlüğü kapsamında yapılan barışçıl eylem ve etkinliklere müdahalesi sonucu 3741 kişi işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalmış, 69 kişi ise yaralanmıştır. 2020’nin ilk beş ayında ise kolluk müdahalesi sonucu 754 kişi işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalmış 16 kişi ise yaralanmıştır. Yine aynı dönemde sokakta ve açık alanda 65 kişi, ev baskınlarında ise 17 kişi işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalmıştır. “

Ortak açıklamaya imza atan beş kurum işkencenin sona erdirilmesi için şu taleplerde bulundu:

''-İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden önce sıradan bir kural haline getirilmeye çalışılan cezasızlık politikalarına son verilmelidir.

-Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.

-Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır. Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.

-İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.

-İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.”

Açıklamanın ardından VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Baro başkanı Cihan Aydın, işkencenin soruşturmaların parçası haline geldiğini söyledi. 2000'li yıllarda işkencenin bitme noktasına geldiğini hatırlatan Aydın, “Bu iktidarın ilk dönemlerinde işkenceye sıfır tolerans sloganıyla iktidara geldiler ve o dönem işkencenin bıçak gibi kesildiğini gördük. Çünkü kararlılık vardı. Hem iktidarda, hem yargıda kararlılık vardı. Çok hızlı bir şekilde çok marjinal bir hale geldi. Çok nadiren başvurulan bir yöntem olarak Türkiye'nin gündeminde kaldı ancak geldiğimiz noktada bu mesele tekrar bir sorgu, bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmaya başlandı. Cezasızlık politikasının bir sonucu olarak değerlendiriyorum. Gerek yargının gerekse idarenin, mülki amirlerin bu konudaki kayıtsız tutumları, toleranslı tutumları bunun tekrar gündeme gelmesine yol açtı. Kararlılık olmadığı sürece maalesef işkence vakalarını Türkiye'nin gündeminden çıkarmak mümkün olmayacaktır” dedi.

İHD Şube Başkanı Abdullah Zeytun ise yasaların değil uygulamaların işkenceye imkan verdiğini savundu. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Zeytun, “2000'li yıllardan itibaren özellikle demokratikleşme süreci, Anayasa ve yasa değişikliklerden itibaren ceza mevzuatında birtakım yasal değişimlerin olduğunu gözlemliyoruz. Ancak bunun uygulamada cereyan etmediğinde görüyoruz. Şiddet kültürü, şiddete dayalı politikalar ve şiddeti çözüm olarak gören bir politikanın toplumun her yerinde, özellikle kamu görevlileri yöneticilerinin bunu bir ondan bir güç aldığını görüyoruz. Nitekim fiziksel işkence başvuruları artarak devam ediyor. Özellikle Kürt meselesine ilişkin politika değişikliği sonrası, bu işte görev yapan kamu personellerinin bu yönteme daha çok başvurduğunu bize gelen başvurulardan anlıyoruz. Çoğunlukla soruşturmaya dahil edilmeyen bu eylemler işkenceyi daha da fazlalaştırmakta. Etkin bir hukuksal ve insan hakları mücadelesinin bunları geriletebileceğini düşünüyoruz” şeklinde konuştu.

XS
SM
MD
LG