Erişilebilirlik

“6 Şubat Öncesi Türkiye Artık Yok”


Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en ağır kayıplara yol açan 6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli deprem felaketinin sonuçları, ülke ekonomisini de sarsacak nitelikte. Depremin yarattığı fiziksel yıkımın inşaatlar yoluyla ortadan kaldırılmasının ve depremzedelerin ihtiyaçlarının maliyetinin 100 milyar doları bulabileceğini söyleyen ekonomistler, bunun bölgedeki yaşamı yeniden eski haline döndürmeye de yetmeyeceği görüşünde.

VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan ekonomist Güldem Atabay, yıkımın faturasının 100 milyarı dolara ulaşacağı tahmininde bulundu.

Türkiye Ekonomisinin Depremi: “6 Şubat Öncesi Türkiye Artık Yok”
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:06:28 0:00

Artçı depremlerle yeniden yıkımlar yaşanmasının faturayı yükseltebileceğini de kaydeden Atabay, “Buradaki birim maliyetler, TOKİ evleri başına 1,5 milyon TL civarında. Bir iki yıllık süreçte inşaatların yapılacağını, bu maliyetin 2 milyona kadar çıkacağını düşünürsek, benim hesabım 80 milyar dolar civarında. 2 milyona yakın kişinin bölgeden göçtüğünü, orada sokakta kalan 2 milyona yakın kişi olduğunu ve bu insanların da en az 2-2,5 sene bakım maliyetlerinin de olacağını unutmamak lazım. Yani ben bu kadar büyük ölçekte bir depremin faturasının 100 milyar dolardan aşağı olacağını hesaplayamıyorum ne yazık ki. Hükümet seçim sebebiyle martta inşaatlara başlamak ve bir yılda bitirmek konusunda ısrarcı olsa da bu hiç gerçekçi değil. Dolayısıyla bu öyle hemen bir senede çıkacak bir para da değil. 100 milyar dolarlık faturanın herhalde yine 2,5-3 seneye yayılarak, bir senelik süreçte gayri safi milli hasılanın yaklaşık yüzde 5 civarında bir maliyeti olacağını söyleyebiliriz” dedi.

Depremin zararına ilişkin farklı tahminler

Depremin sonuçlarının Türkiye ekonomisini ne kadar etkileyeceğine ilişkin farklı tahminler de yapılıyor. Afetin yaklaşık 34,2 milyar dolarlık doğrudan fiziksel hasara neden olduğunu açıklayan Dünya Bankası, yeniden inşa ve iyileştirme maliyetlerinin ise bu miktarın iki ya da üç katı olabileceğini öngördü.

ABD'li yatırım bankası Morgan Stanley tarafından hazırlanan raporda ise doğrudan konut hasarına ilişkin maliyetin 24 milyar dolar civarında olacağı tahmini yapıldı. Raporda, bu rakamın ek maliyetler hesaba katıldığında 38 milyar dolara kadar çıkabileceği öngörüldü. Amerikan yatırım bankası JPMorgan da yıkımın doğrudan maliyetinin en az 25 milyar dolar olacağı tahmininde bulundu.

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) depremlerin ekonomik etkilerinin Türkiye'nin Gayri Safi Yurt İçi Hasılası’nda yüzde 1’e varan bir kayba yol açabileceğini bildirdi. Türkiye iş dünyasının çatı kuruluşlarından TÜRKONFED’in (Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu) hazırladığı 2023 Kahramanmaraş Depremi Afet Durum Raporu başlıklı raporunda ise Marmara Depremi verilerinin kullanıldığı metodoloji ile Kahramanmaraş depremlerinin 84,1 milyar dolarlık mali hasar yaratacağı hesaplandı.

“100 milyar harcama yaptıktan sonra biz deprem öncesi ekonomik duruma gelmiş olmayacağız”

İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı ise bu hesaplamaların depremin faturasını ortaya koymakta yetersiz kaldığını söyledi. VOA Türkçe’ye konuşan Günçavdı’ya göre bölgedeki yaşamı eski haline döndürmek için depremzedelerin ekonomik kayıplarının telafisi de şart.

Günçavdı, “Bu hesaplamalardan ‘100 milyarı bulduğumuz zaman biz yaralarımızı gidereceğiz, telafi edeceğiz’ anlamı çıkar. Böyle bir şey sözkonusu değil. 100 milyar harcama yaptıktan sonra biz deprem öncesi ekonomik duruma gelmiş olmayacağız. Kamuoyundaki tartışmalar birtakım uluslararası organizasyonların tahminlerine dayalı. Onların belli bir metotları var. Ama buradaki dolaylı tahribatları tahmin edici şeyler değil. Onlar birtakım vitrin harcamalar yaparak şehrin siluetini tekrar ortaya çıkartmayı esas alıyorlar. Ama o siluetin altında bir kültürel doku, demografik bir yapı var ve asıl bunun üzerinde durmamız gerekiyor. O bölgelerde yaşayan insanların bir gelir akımları var. O siluetin arkasında yıllarca emeğin sonucunda oluşturulmuş bir yapı var. Sadece binalar çökmedi, bu yapı da çöktü. İnsanların iktisadi ilişkileri açısından da ciddi bir tahribat yaşıyoruz. Her birini tekrar ayağa kaldırabilmek çok zor. Bunun üzerine kafa yormak lazım. Yani işimiz sadece 100 milyara kalmış değil; 100 milyardan daha çok kaynağa ve anlayışa ihtiyacımız var” şeklinde konuştu.

Kalkınma iktisatçısı Günçavdı, “İktidarın sadece bu insanlara rica minnet ‘bölgenizde kalın’ demesi yetmiyor, bu insanları, özellikle girişimci olan insanları, sermaye sahibi küçük esnaf ve girişimcileri bölgede tutacak birtakım teşvik mekanizmalarını da oluşturması gerekiyor. İktidar bu boyutunu ihmal ettiği için depremin yaratacağı bu sosyal ve ekonomik tahribatı telafi edecek yönde bir politika izleyemiyorlar. Bu bölgenin iktisadi faaliyetlerinin içerisinde hizmetler ve tarım faaliyetleri çok ağırlıklı. Tarımdan ortaya çıkabilecek zararlar sınırlı olacak. Ancak ikinci önemli gelir kaynağı olan hizmetler sektörü, yani bu bölgedeki ticaret gibi faaliyetlerin tekrar ayağa kaldırılması sadece inşaatla olacak bir şey değildir” dedi.

Enflasyonda yıl sonunda yüzde 50 beklentisi

Uzmanlar hükümetin ekonomi politikalarında köklü değişikliklere gitmediği sürece felaketin faturasının enflasyon ve vergi artışlarıyla halkın cebine yansıyacağında hemfikir.

VOA Türkçe’ye konuşan Atabay, gıda fiyatları ve ev kiralarının artışıyla Şubat ayı itibariyle enflasyonda depremin yansımasının görülmeye başlanacağını söyleyerek, “Bu işin ekonomiye yansıması, bütçe harcamaları ve muhtemelen seçimden sonra vergi artışlarıyla olacak. Büyük bir finansman ihtiyacı olarak karşımızda duruyor. Gayri safi milli hasılaya etkisi de herhalde 1,5-2 puan civarında olacaktır kademeli olarak. Ve tabii ki enflasyona da yansıyacak. Mart, Nisan, Mayıs’ta tempolu bir şekilde biz enflasyon üzerinde baskı oluşturduğunu da göreceğiz. Dolayısıyla yüksek bir kamu finansmanı ihtiyacı ve baz etkisi ötesinde yükselme eğilimine girmiş bir enflasyonla karşı karşıyayız. Baz etkisi artık bizim için önemli bir hikaye değil. Aylık enflasyon seviyesi çok önemli ve çok yüksek. Böyle bir sürecin Türkiye ekonomisine yük olarak eklenmesiyle, mevcut iktidarın devam etmesi halinde enflasyonun bu sene sonunda yüzde 50'lerde bile duracağını düşünmüyorum” diye konuştu.

Depremzedelerinin ihtiyaçlarının giderilmesi ve bölgede başlayacak inşaatların ithalatı arttıracağını da ifade eden Atabay, bu durumun Türkiye’nin giderek kabaran dış ticaret açığını büyüteceğine ve dolar kurunda yeni atakların önünü açabileceğine de dikkat çekti.

İktidar ekonomi politikalarında yol ayrımında: “IMF’nın onay verebileceği bir politikayı hayata geçirmeniz gerekiyor”

Ekonomi profesörü Günçavdı ise depremin maliyetinin karşılanmasına yönelik hükümetin önünde iki seçenek durduğu görüşünde: “Bunu kendi içimizde halletmek istiyorsak ciddi manada tasarruf yapacağız ya da eğer bu tasarrufları yapmaya razı değilsek dışarıdan borçlanacağız.”

Depremin faturası ile 21 yıllık iktidarının en zor sınavıyla karşı karşıya olan iktidar, ısrarla sürdürdüğü ekonomi politikalarında da bir yol ayrımına gelmiş görünüyor.

Ancak Günçavdı seçim öncesi hükümetin tasarruf tedbirlerine gitmesini beklemediğini söyleyerek, “Yurtdışı fonlardan bir şeyler sağlanacağı kesin, ancak bu boyuttaki bir harcamanın finansmanı için yeterli olmayacaktır. Öncelikle bütçe önceliklerini değiştirmek gerekiyor ama maalesef ciddi bir seçim öncesindeyiz. İktidar kendi siyasi ikbalini düşünse de ekonomik olarak böyle bir depremin olmadığı varsayımı üzerinden de gidilemez. 6 Şubat öncesi Türkiye artık yok. Bu paranın bir şekilde öncelikle 2023 bütçesinden sağlanması gerekiyor. Başka yerlerden kaydırmalar yapılması gerekiyor. Ancak bu yetmeyecek. Dolayısıyla bunun bir kısmını enflasyon üzerinden sağlayacaklar, bir kısmını da maalesef vergilendirme üzerinden sağlayacaklar. Eğer seçimde mevcut iktidar değişmezse ve ekonomi yönetimi aynı şekilde kalsa bile bugüne kadar alışageldiğimiz harcamaları yaparken üzerine bir de bu harcamalar bindiği zaman Türkiye’nin bir ödemeler dengesi krizi yaşayarak zaruri şekilde bu tedbirleri almak zorunda kalacağını düşünüyorum. Dolayısıyla toplumdaki harcamaları yönlendirebilmek ve tasarrufu teşvik edebilmek açısından öncelikle faizlerin bir şekilde arttırılması gerekiyor. Hatırlayın, 1999 depremi sonrası böyle bir iktidar yoktu ve iktidar deprem sonrasında acı reçeteyi topluma benimsetmişti. Toplum da bu reçeteyi kabul etmiş ve onay vermişti. Türkiye’nin mutlaka mevcut harcama politikasından ve harcama rahatlığından vazgeçmesi gerekiyor” dedi.

Günçavdı, depremin faturasının karşılanmasına yönelik diğer seçenek olan, Türkiye’nin yabancı krediye ulaşmasının yolunun da yine iktidarın ekonomi politikalarının değişmesinden geçtiğini söyledi.

Günçavdı, “İsteseniz de istemezseniz de imzalasanız da imzalamasanız da IMF (Uluslararası Para Fonu) tarzı bir kemer sıkma politikasıyla tanışmamız gerekiyor. Yani IMF’yle anlaşmanız gerekmiyor ya da illa bir ‘Stand-by’ anlaşmasına ihtiyacımız yok ama IMF’nın onay verebileceği bir politikayı hayata geçirmeniz gerekiyor. Kamuoyu bizi bu konuda yanlış anlıyor. IMF’ye gitmek sadece Türkiye’nin uluslararası piyasalardan borçlanabilme imkanları kazandırması açısından önemlidir” diye konuştu.

STÜDYO VOA

İran’ın İsrail’e saldırması ABD’de nasıl yankılandı? – 15 Nisan
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:29:51 0:00
XS
SM
MD
LG